29 Ekim 2012 Pazartesi

22 Ekim 2012 Pazartesi

bana da eğlence çıktı.

vallahi ben de olmayim olmayim dedim ama olanlar oldu kardeş ben aşık oldum. ne bu daha ilk cümleden mapushane gülüne bağladım. kader arkadaşım diye topic gireydim eyiydi. topic dedim neden çünkü ingilizce biliyorum mapuslarda işim olmaz demek istiyorum orda gizli bi şifre gibi bişey saklı. o değilde oğlum ben aşık olmuşum ağlayanım yok. bilmiyorum belirtmeme gerek var mı ama televizyonunu yeni açanlar için ben yine tekrardan söyleyeyim "platonik aşığım." (as always) (yazar burda yine ingilizce biliyorum yaneeee) diye avaz avaz bağırıyor her neyse. sürekli benimle uğraşıyor ama "heee bak o da sana aşık o yüzden hep seninle uğraşıyor bu." değil bence. bildiğin laf yapıştırıyor, benim gibi bi insan cevap veremiyor düşün bak öylece kala kalıyorum. bozulmamış, utanmamış gibi yapıp gülümsüyorum falan. işsiz güçsüz bi insan olduğumdan odada oturmuş onu izlediğimi farkedince gülüyor bi de pis pis. kendini beğenmiş piç!( ay afedersin ağır oldu bu aşkım^^) öğlen nerde yiyecekmişim? gel beraber yiyelim demedikten sonra ne soruyosun mal. anaokulunda mıyız utanıyo musun? (abla niye gerilim yaratıyosun ki, belki seninle yemek yemek istemiyor adam.ha?) iyi ki bi dayımın eczanesi var dedik. altı saat boyunca bu malzemeyle idare etti. olamaz mı ya dayımın eczanesi. gidemez miyim ben oraya. hayret! sonra benim giydiğim ayakkabının topuğu! kaç santimmiş! ay ne bilim ben kaç santim, yeterince uzun gösteriyor işte beni. ayağa kalkıp boy ölçüştü benimle ya! üşenmedi! sonra yeterince uzun olduğuna kanaat getirdi.(yarım metre topukla bile adamın çenesine kadar gelebilidim. öpüşücek olsak yine eğilmek zorunda kalıcak. zıplarsam kafa göz yarabilirim, hoş olmaz.) elimden kurabiye torbasını çarpmasına diyecek söz bulamıyorum. az ye şişko! demek istedi sanırım. kendisi çıta gibi hem uzun hem zayıf! ayakkabılarımla nasıl yürüyormuşum! ay yürünüyo işte. kaç numaraymış.çok küçükmüş! onun ki 43'müş! ne yani benimki de mi 43 olsaydı. halla halla ya! tüm bunların öcünü aldım ama yani o kadarda saf değilim. naneli sakız çiğniyodu bu. "iyi ki almışsın onu çok pis soğan kokuyosun."dedim (daha önce hoşlandığım çocuğun tam suratının ortasına "GAYSİN SEN!" dediğim düşünülürse bu hiç bir şey aslında.) bu bi bozuldu, bozulmanın ötesinde bi şaşırdı. hiç beklemiyodu benden öyle bir şey. "gerçekten mi?" dedi. "evet" dedim "nasıl kokuyor." "bende çok rahatsız oldum." dedi ama üstünü başını kokluyor, nasıl kıvranıyor yazık. "tamam sakin ol, şaka yaptım."dedim bu seferde buna inanamadı. o kadar emin ki soğan koktuğundan :D ahahha bak yine keyiflendim. ama korkmaya başladım. bu hayvan kesin bunun öcünü alır diye.
günün en güzel anı: yağmur yağıyordu. ben pencerenin kenarına oturmuş kitap okuyordum. gözümün önüne düşen saç tutamını geriye atmak için kafamı kaldırdım. göz göze geldim onunla, beni izliyordu. ben şaşırdım. o gülümsedi. sonra ben de gülümsedim. utandım, kızardım, kitaba gömüldüm yeniden. ve yağmur hiç aksamadan yağmaya devam etti.

5 Ağustos 2012 Pazar

aslında aşkın bana zor geldiği falan yok. karşıma çıkan insanlar hep zorlaştırdı bu işi. onlar geriye bir adım ben dahada geriye on adım demekti. çok değil iki gün önce kafamda ki belirsizliklerin, soru işaretlerinin, acaba ne olacakların ufacık bir kısmına iyi mi kötü mü olduğunu bilemediğim bir yanıt buldum: hiç bir zaman aşık olamayacağım gerçeğini kabul ettim. "aşık olamayacağım." bu "kanserim." demek gibi bir şey. günümüz şartlarında tedavi edilemeyen bir hastalık, zira aşkın kendisi bir tedavi yöntemi. eğer bütün ömrünüzü bir yatta geçirirseniz yirmibeşinize geldiğinizde sizi dünyanın en güzel deniz manzarasının olduğu bir yere koysalar bile mutlu olamazsınız. maalesef hayatım boyunca aşık olamayacak olmamın nedeni de çok sevdiğim ailemdir. çok güzel bir çocukluk geçirdim, üstelik şu yaşımda hala çocukluk yapabiliyorsam -di'li geçmiş zamanları bir kenara itmeliyim. etrafımda öyle bir sevgi var ki ben bundan sonra karşıma çıkacaklarla yetinemeyebilirim. bir gün içinde, içten olduğundan şüphe etmediğim kaç tane "seni seviyorum." duyuyorum bellisiz. kaç kere nedensiz öpülüyorum hesabı yok. mesela sahilde yürüyüşe çıktığımda arkadan biri koşup sarılıyorsa bana, elimi boynundan dolayıp yol boyu parmak uçlarımı öpüyorsa küçük küçük, sırf süpriz yapabilmek için üç gün öncesinden kutlanıyorsa doğum günüm, denize girerken koruyucu sürdün mü diyorsa biri , yapılan her şeyin karşılıksız yapıldığından eminsem ben nasıl aşık olabilirim bir başkasına? ben zaten aşık olmuşum gibi hissediyorum. ya on yaşında çocuk gelmiş seni çok seviyorum diyip parmak uçlarımı öpüyor, sana dondurma alayım ister misin diye soruyor. ben çocuğun iki yaşı katı adamlardan görmedim bu ince düşünceleri ve işte çok büyük ihtimalle de göremeyeceğim için, bu yazının spreminin ve yumurtasının birleşme nedenine dönecek olursak, ben aşık olamayacağım.

3 Ağustos 2012 Cuma

güzel bir başlangıç olabilir. http://grooveshark.com/#!/s/Golden+Brown/3f9dQy?src=5

yılın dokuz ayını yaz gelsin diye düşünerek geçiren bir insanın yaz gelince evden dışarı çıkamaması hastalığına yakalandım. İnsan 3 oda 1 salon içinde durunca, düşünüyor. Düşününce çok acayip şeyler geliyor aklına. Önce bir sürü kitap okuycam diyor. Sonra kitaplar yerini spora bırakıyor bir heves. Sonra sıcaklardan buhran geçirme dönemi, ardından "klima aslında kötü bir şey muhabbetleri". Komşularla geçirilen bir kaç gün. İş aramaya bile başlamadım düşünce baloncukları. Arkadaşların evlilik haberleri. Ben en iyisi yurt dışında yüksek lisans yapayımlar. Paramın olmayışı. Şimdi iş bulursam 40 yaşında yüksek lisans yapabilirim çıkmazı. en iyisi ben Amerika'ya gideyimler beraberinde 15 dakika uzaklıktaki yazlığa bile gitmeye üşeniş. kapanış.
Oysa hiç gerek yoktu bunlara. Bir kaç hayati ihtiyaçtan ibaretti hepsi. Şezlongdu, şemsiyeydi, denizdi, gözlüktü, buz gibi soğuk suydu, uzanıştı, uyuyuştu, beni sarsıp kendine getiren sersemleyişti, güzel müzikti, güzel haberlerdi, seninle tanıştığıma çok acayip memnun oldumlardı...

18 Haziran 2012 Pazartesi

Haftasonu Kemalpaşa'ya gittim. güzel bir çiftlik evine. köpekler, koyunlar, tavuklar falan. erik, ceviz, kiraz, vişne, armut, şeftali, elma ağaçları. acıktığında kolunu kaldırıp eline gelen ilk meyveyi kopartabildiğin, tişörtüne silip tozunu aldıktan sonra yiyebildildiğin bir yer. etrafındaki herkesin mutlu olduğu, biriyle göz göze geldiğinde sırıtmaya başladığı bir yer. harika yemekler, harika insanlar bir arada olunca ortaya çok güzel bir şeyler çıkıyor. işte böyle.. İzmir'de son günler..

17 Haziran 2012 Pazar

yaptığım şeylere benim bile inanasım gelmiyor. yok ya ben bunu yapmadım heralde, yapmış olamam diyorum ama sonra bakıyorum hikayenin altında benden başka kimsenin imzası yok. şimdi anlatacağım olay bi kaç gün önce yaşandı. ben bu güne kadar bekledim. geçer sandım. unuturum sandım. eğer yeterince unutursam bi gün biri bana bunu anlattığında hadi be diyip şaşıracaktım üstelik, hatta hikayenin kahramanlarını gözümde canlandırıp gülecektim belkide. olmayacak galiba. Bostanlı'da bindim vapura, Pasaport'a doğru gidiyorum. üst katta oturuyorum her zamanki gibi. rüzgar esiyor ve gölge. biraz izledim insanları,denizi, diğer vapurları falan sonra sıkılınca onlardan test kitabımı çıkardım çözmeye başladım. evden çıkarken bir haftadır çıkarttığım tarih notlarını test kitabının arasına koyduğumu unutarak. gayet güzel giderken giderken sen bu notlar uç o rüzgarda! hiiiççç farketmedim bile. omzuma bir el dokundu. bi çocuk işte benim yaşımda falan, spor yapıyorum beeeenn diye basbas bağıran bir vücut, "bu notlar sizin sanırım." ben bu cümleyi duyar duymaz nevrim döndü! notların bir an denize uçtuğunu ve hepsinin yavaş yavaş deniz suyunda çözündüğünü gördüm, sonra kendime küfür edişlerim izledi bunu ardından gözlerimde yaşlar belirdi... sonra birden ayıldım çocuğun elinden kaptım notları, "aaaa siz hayatımı kurtardınız ya. çok çok çok teşekkür ederim valla süpersiniz." dedim ve çocuğun boynuna atlayıp öptüm iki yanağından! o an bana bi aydınlanma geldi. tabi bunda çocuğun kocaman açılmış gözlerinin de etkisi büyük. mimiksiz bir şekilde "benim ineceğim durak geldi." diyip çantamıda kaptığım gibi alt kata koştum. vapurdayım ya ne durağı... allahım ben ne yaptım.. çocuk inşallah arkamdan gelmiyodur.. gelirse denize tlarım yüzerek geçerim kıyıya yaklaştık zaten.. ay kesin deli sandı beni.. inşallah deli sanmıştır ya.. deliyim ben deliyim.. inanmazsa bi daha mı öpsem acaba çocuğu iyice emin olsun yani deli olduğumdan.. ay ne saçmalıyorum iyice boka sardırıcam.. ay keşke gözümde gözlük olsaydı tanımazdı beni belki.. uufff rezillik... diye diye ben vapurdan inmişim, kursa yetişmişim falan. ne diyim ki! allah akıl fikir dağıtırken ben tuvaletteymişim galiba.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

with you, it's different

İnsan neyden korkarsa o gelirmiş başına. Ben mesela, hiç aşık olamamaktan korkuyorum. Cidden korkuyorum. Neden? Bence çok mantıklı bi açıklaması var, şimdi o açıklamayı yapıcam size. Öncelikle şu yaptığımız şey yani yaşamak, en basit haliyle nefes almak inanılmaz mucizevi bir şey. (Korkmayın burdan evrim konusuna bağlamıycam.) Hayatı inanılmaz ciddiye alıyorum. Sadece nefes almak yetmiyor bana. koşmak istiyorum, ağaçlara selam veriyorum, sevdiğim insanları öpüyorum sarılıyorum, dostluğa önem veriyorum, gökyüzünde dolunayı görünce, yüzüme güneş vurunca mutlu olup gülümsüyorum falan. adeta bir 21yy. Pollyanna'sıyım. Çok memnum bu halimden. Mutlu olmak için yaşıyorum bir de sevdiğim insanları mutlu etmek için.(sevmediğim insanları hayatımdan çıkartmak için 1sn. bile harcamıyorum. ama sonra salak gibi bana yaptıklarını unutup, belki düzelmişlerdir lan diyip hayatıma tekrar sokuyorum ki rahat rahat bi daha sıçsınlar içine. sonra o Pollyanna gidiyo milletin bokunu temizliyo.pis muhabbet oldu farkındayım.) Mutlu olmak için bir başkasına ihtiyacım yok.(ailem dışında) Şu hayata geldiysem diyorum, her şeyi yaşamalıyım. yerin dibinede batabilirim ama gökyüzünede dokunmak isterim. Çok acayip hayallerim var. Hiç biri gerçek dışı değil ama büyük hayaller. Biri gerçek olsa diğerinde gözüm kalır. Aç gözlüyüm bu konuda. Havaiye gitsem niye şampamyam yok offff diye oturup ağlamam ama keşke onlarda(sevdiklerim) burda olsaydı diye oturup ağlamışlığım vardır. İnsanın her istediğini yapabilecek güçte olduğunu biliyorum. Tek başına yapılabilir her şey. Zor olur ama sonunda senin olur. Ama işte tamda bu kısıma geldiğimde korkuyorum. Çünkü bazı hayallerim maalesef bir kaç koşula bağlı.
Mesela hafta sonu bi tatile gitmek istiyorum. Mevsim yaz. Otelin penceresinden dışarıya bakıyorum. Alabildiğine kumsal,deniz..Güneş henüz doğuyor. Üzerimde şortum,askılı tişörtüm. tişörtün kolu kaymış omzundan düşüyor ama ben düzelmek için bi çaba harcamıyorum. Yalınayak parkelere basıyorum. Ayak parmaklarıma bakıyorum, sonra tekrar denize. geriniyorum.
sonra yataktan biri kalkıp geliyor yanıma sarılıyor bana, öpüyor beni, hala sarılıyor, gülümsüyor. bana sarılabildiği için gülümseyen bir adamla olduğum için şanslı hissediyorum kendimi. gülümsüyorum bende, öpüyorum onu, belki bi daha hiç öpemem diye. bahçeye inip kahvaltımızı yapıyoruz, güldürüyor beni. denize doğru gidiyoruz. o şezlogda kitap okuyor ben denize giriyorum. su biraz serin o yüzden yavaş ilerliyorum ama menstruasyon dönemindeki bir kadın çikolatalı pastya ne kadar dayanabilirse bende o kadar dayanıyorum bırakıyorum kendimi mavi denize. suyun altında açıyorum gözlerimi. nefesim yetene kadar yüzüyorum suyun altında. çıkıyorum ilerde bi noktada. güneş yüzüme vuruyor, gözlerim yanıyor ama hoşuma gidiyor bu. şimdi tam kafamın üstünden bir kamera havalansa ve yukarı doğru uzaklaşsa nasıl görünürüm onu hayal ediyorum ve nedense bu her seferinde beni güldürüyor. yüzümü kumsala çeviriyorum. Bana doğru yüzen dünyanın en yakışıklı adamını görüyorum. Çok mutluyum. suda şakalaşıyoruz onunla, öpüyorum onu. Toplum içinde sevişememe kuralı çok anlamsız geliyor o an.
Neyse işte bu hayallerimin çoookkk uzun ve farklı versyonları var tabi. hepsini yapmak istiyorum ama lanet olsun önce aşık olmam lazım. hadi onu bi şekilde başardım diyelim, adamında bana aşık olduğu kısım var ki işte o kısım baya sıkıntılı arkadaşım. Yani bilmiyorum, adam falan yiyorum heralde ben, neyse işte aşık olan kimsede yok yani bana. böyle saçma sapan bi insan evladıyım yani. kendini beğenmiş, bencil falan. aşk, sevgi konusunda kimseye inanmayan, güvenmeyen dolayısıyla biriyle bir şey yaşamama önce kendi kafasında izni olmayan, ama kadınlığın veridiği lanet iç güdülerle tüm bunlara tezat olarak aşk isteyen biriyim. en sevdiğim renkler mavi ve beyaz. mor, eflatun falan bu renklerden nefret ediyorum. en sevdiğim mevsim yaz. yapmaktan en çok keyif aldığım şey, gülmek. en sevdiğim elbise ve topuklu ayakkabıları giydiğimde havamdan geçilmiyor.
kendimi yataktan kalkınca bile beğeniyorum bazen. hakkaten çok güzelim diyorum aynada kendime. bazende çirkinliğe bak tövbe estafurullah gece bişey çarpmış beni diyorum. diyorum yani böyle şeyler yapıyorum. bazen kıyafet olayını gereksiz buluyorum, en azından evde çıplak gezmek serbest olsa diye düşünüyorum ciddi ciddi. bazen yalnızken yapıyorum da bunu. Bunu söylediğimde herkes gülüyor. Çıplaklık insanlara komik geliyor olmalı. canım dans etmek istediğinde nerde olduğum önemsiz oluyor. canım istediğinde vapurda bağıra bağıra şarkı söyleyebiliyorum. birini seviyorsam saklayamıyorum. sevmiyorsam da öyle. yemek yapmayı seviyorum, sonra pişirdiklerimi arkadaşlarımla birlikte yemeyide. insanların beni birşeye zorlamasına anlam veremiyorum ve bazen çok ısrar ettiklerinde sinirleniyorum ama zamanla kendi kendimi sakinleştirmeyi öğrendim. hatta öyle ki, ben sinirleniyorum diyene kadar karşımdaki sinirlendiğimi anlayamıyor. hem sinirlenip hemde içinde olduğum duruma üzüldüğümde istemsiz olarak ağlıyorum,durduramıyorumda, henüz onu kontrol edemiyorum etmek de istemiyorum zaten. ağlamam gerekiyor o an demek ki. öğrenmek istediğim çok fazla şey var. ölene kadar vaktim var. yalan söylemekten hiç hoşlanmıyorum. yani madem yanlış bir şey yaptığımın ya da yapacağımın farkındayım, o zaman doğrusunu söylemek ya da doğrusunu yapmak yerine yalan söylemek inanılmaz saçma! şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. ha dur ya bi şey daha anlatıcam. dün çok güzel bir şey oldu. hatta iki şey. sabah kalktım, kahvaltı yaparken aklıma yeni dünya geldi. keşke dedim, olsaydı da yeseydim. yoktu evde çünkü. sonra çamaşırlarımı asarken ipe karşı apartmanın bahçesinde yeni dünya ağacı gördüm, dalları sarkıyor o kadar çok yeni dünya vardı üstünde. sonra salonun pencerisinden bakınca ordada bi yeni dünya ağacı gördüm. dedim artık manava gidip alim ben yeni dünya yoksa ölücek gibiyim, öyle çok istiyor canım. kapı çaldı, postacı amca gelmiş, kapıyı açtım, kargomu aldım sonra bir baktım kapı kolunda bir poşet yeni dünya! nasıl ya?! o kadar şaşırdım ki, postacı amcaya soruyorum siz mi bıraktınız diye. adam gayet ciddi bir şekilde hayır dedi. aldım ben o yeni dünyaları, kim getirdiyse bilmiyorum ama çok teşekkür ettim bi 50 kere falan,sonra yedim onalrı bir güzel. çok güzellerdi ^^ sonra akşam kursa gittim, dersi ortasında baya sıkıldım, dedim ki çıkışta tatlı bişiler yiyim ben, tam o sırada mesaj geldi telefonuma. güzel bi kız mesaj atmış, dersten çıkınca bize gel sana krem karamel yaptım diyor. şöyle bi kafamı kaldırdım, evrenle karşılaşıcam sandım tavan çıktı karşıma, olsun ben yinede "canım bugünlük yeter, çoookkk teşekkürler ama bir şey daha yaparsan kalp krizinden ölüp gidicem ben."dedim. sonra ders çıkışı koştum krem karamelimi yedim ama orda bi problem yok.